NALAN YILMAZ ile söyleşi

Nevzat Süer Sezgin - Sevgili Nalan Yılmaz  sizinle  çeşitli edebiyat dergilerine yazdığınız yazılarla, öykülerle tanışık olduk ve onları çok sevdik. Konuklarımızın sizi daha iyi tanımaları için kısaca yaşam öykünüzü anlatabilir misiniz?
Nalan Yılmaz - 1959 Malatya doğumluyum. Çocukluğum ve eğitim hayatım Ankara’da geçti. Gazi Üniversitesi Sosyal ve İdari Bölümler mezunuyum. 1984 yılından bu yana İzmir’de yaşıyorum. Bilgisayar programcısıyım. Evliyim. Bir kızım bir de oğlum var.
Çoktandır özlemle beklediğim (eminim edebiyat dergilerini izleyen pek çok insanda benim gibi özlemle bekliyordu) öykü kitabınız KÖZ kitapçılarda ve kitaplıklarımızda yerini aldı. Size, editör Bahri Karaduman’a ve Şenocak yayınlarına çok teşekkür ederiz. Öyküyle olan maceranızı bize anlatır mısınız?
Edebiyata yaslanarak, az sözle çok şey söylemek beni hep etkiledi. Bu nedenle öykü çok dikkatimi çeken bir tür oldu. Uzun yıllardır öyküyle yatıp öyküyle kalkıyorum. Öncelikle çok iyi bir okur olmaya çalıştım. Yazmak için biriktirmem gerektiğini biliyordum. Yaptığım inceleme ve çözümleme çalışmalarıyla ‘nasıl yazmalı’ sorusunun yanıtını aradım ve bulmak için tarzı birbirinden çok farklı yerli yabancı pek çok yazarı ve eserlerini inceledim.
Yazdıklarımı, bir kitapta toplayıp  okurla buluşturma konusunda ise hep erteleme içindeydim. Bu konuda beni ikna eden, editör olarak destek veren BahriKaraduman’a bir kez de sizin aracılığınızla teşekkür etmek isterim. Sevgili arkadaşım Ayşen Göreleli’nin öykülerime verdiği emekleri söylemezsem olmaz. Ona bir kez daha çok teşekkür ederim. Edebiyat yaşamımda adını mutlaka anmam gereken bir kişi daha var ki o da sevgili hocam Hidayet Karakuş. Aşıladığı  şiir sevgisinin yanı sıra edebiyatı bir bütün olarak kavramamda etkisi büyüktür. Ona da bana kattıkları ve desteği için teşekkür borçluyum.
Bana göre yazarın kitabına verdiği isim, insanın çocuğuna verdiği isim kadar değerlidir. Genellikle yazarlar öykülerinden birisinin adını kitaplarının adı olarak koyarlar. Oysa sizin yapıtınızda bu anlayış değişmiş. KÖZ sözcüğü kitabınızdaki AĞU öyküsünde sadece bir satırla geçiyor. Kitabınıza bu ismi neden verdiniz?
İnsanın emek verdiği bir kitaba isim seçmesi gereçekten zor. Bir öykünün adını vererek tüm kitap içinde tek bir öyküyü işaret etmek istemedim. İsim düşünürken yaşama gönderme yapacak ve biraz da şiirsel olacak bir kelime aradım.           
Yaşamak, bulunduğumuz coğrafya başta olmak üzere dünyanın her yerinde gün geçtikçe zorlaşmakta. Ağu öyküsündeki anlatıcı, tanıklıklarından duyduğu acıyı, çaresizliği ‘...ateşteki köz olmuş yanıyordum’ cümlesiyle anlatır. Yaşam, içerdiği pek çok güzellikle birlikte ne yazık ki duyarlı insanları yakan, köze çeviren olaylarla, acılarla dolu. Ancak közün, hiç beklenmedik bir anda, ufacık bir rüzgârla kendinden yeni alevler üretmesi de mümkün. Bu yönüyle insanın yaşamını, köze benzettiğimi söyleyebilirim.
Köz isminin anlamını çağrıştıran nefis bir kapakla aramıza katıldı. Anlıyoruz ki kitabın bölüm aralarındaki desenler ve kapak tasarımı Barış Yılmaz’a yani oğlunuza ait. Bir sanatçının yapıtına kendi oğlu olan bir başka sanatçının da emeğiyle katılması az rastlanan bir durum. Anne Nalan Yılmaz bu birliktelik de neler hissetti?
Yıllarca emek verdiğiniz, yetişmesine çabaladığınız çocuğunuzun, size profesyonel destek verdiğini görmek çok hoş bir duygu. Onunla çalışmak işimi çok kolaylaştırdı. Kapak ve desenler için kafamdaki düşünceleri tanımadığım bir grafikere istediğim gibi aktaramayabilirdim. Barış, öyküleri okumuş birisi olarak ne istediğimi çok iyi anladı ve sonuç ikimizi de çok mutlu etti.   
Kitabınızı elimize aldığımızda şaşırtıcı bir tasarımla karşılaşıyoruz. Ön ve arka kapak içleriyle, ilk ve son sayfalar kapkara. Neden?
O sayfalar, ışıksızlığı sembolize etmek için kullanıldı. Doğumla ölüm arasındaki dönemi yani yaşamı, çeşitli yönleriyle yazılı olarak anlatırken, doğumdan öncesini ve ölümden sonrasını renk kullanarak görsel olarak sunmak istedim.
Kitabınız ‘Biraz Hayal’, ‘Biraz Gerçek’, ‘Ne Hayal ne de Gerçek’ isimlerini vermiş olduğunuz üç bölüme ayrılıyor. Neden bölümlediniz? Bu bölüm adlarının sizce anlamını bizimle paylaşır mısınız?
Tüm kurgular biraz hayal biraz gerçektir elbette. Bölümlemeyi yaparken simgesel anlatımın hakim olduğu öyküleri ‘biraz hayal’ kısmında, gerçekçi anlatımın hakim olduğu öyküleri ise ‘biraz gerçek’ kısmında topladım. Kitabın son öyküsü ‘Kirli Bir Efsane ise her iki bölümde de yer alabilecek bir öykü. Orada anlatılanlar, her an gerçeğe dönüşebilir ya da sonsuza kadar bir hayal olarak kalabilir. Yani o öykünün hangi bölümde yer alacağını bizler belirleyeceğiz. Ne yazık ki o öyküde yazılanlar güzel şeyler değil. Dilerim hep hayal olarak kalır. İşte bu belirsizlik nedeniyle son bölüme ‘ne hayal ne de gerçek’ ismini verdim.
Anlatımınız çok canlı, öyküler merakla okunuyor ve okuru  şaşırtan hatta sarsan bir biçimde sonlanıyor. Neden yazıyorsunuz? Yazmak eylemi sizin yaşamınızda nerede? Nasıl yazıyorsunuz?
Neden yazıyorsunuz sorusu zor bir soru. Yazma eylemi, sanırım kendini ifade etme ihtiyacının bir sonucu. Bazı şeylerden rahatsızsanız, huzur bulamıyorsanız bu tür durumların üzerinize yüklediği olumsuzluğu bir şeye kanalize etmeniz gerekiyor. Bunu dağcılık, balıkçılık, fotoğrafçılık gibi uğraşlarla yapmak da mümkün. Benim seçimim edebiyattan yana oldu. Yazmak da okumak da insanı bambaşka bir ortama çekiyor. Bu nedenle ikisi de yaşamımın önemli eylemleri.
Çevreye, olaylara eleştirel gözle bakmak, çelişkileri yakalamak önemli. Kimi zaman bir konu, bir durum birkaç yıl zihnimde asılı duruyor bazen de hemen yazıya dönüşüyor. Oluşma süreci nasıl olursa olsun, her öykü başıyla ve sonuyla kafamda netleşince yazabiliyorum.
Bazı öykülerinizde fantastik öğeler hakim. Bazılarına da kara-mizah demek mümkün. Ayrıca birbirinden farklı öyküleme teknikleri kullanıyorsunuz. Neden fantastik öğeler? Neden kara mizah? Etkilendiğiniz, birkaç kez okuduğunuz öykücülerin bu zor işleri başarmanızda katkısı oldu mu? Olduysa bunlar kimler?
Fantastik ögeler anlatımı zenginleştiriyor. Hem anlatıcıya hem de okuyucuya geniş bir ortam sağlıyor. Buna insan beyninin sürekli tamamlama, düzen oluşturma isteği de eklenince, öyküler, her okuyucuda çok farklı metinlere dönüşebiliyor, onların kafalarında yazarın tahmin edemeyeceği açılımlara ulaşabiliyor.
Mizahi dil kullanmak, biraz da olaylara nasıl baktığınızla ilgili. Eğer günlük hayatınızda kimi sorunları gülerek ele alabiliyorsanız kaleminiz de o şekilde yazabiliyor. Sanırım bunun için en gerekli şey insanın kendisiyle barışık olması, önce kendisiyle dalga geçebilmesi. Böyle kişilerin mizaha daha yatkın olduğunu düşünüyorum.
Çok şanslı bir ülkeyiz. İnanılmaz güçlü yazarlarımız var ve hepsinden bir şeyler aldım. Tabi edebiyata, insana, doğaya vs  bakışınıza göre bazı isimler ön plana çıkıp sizin vazgeçilmeziniz olabiliyor. Dediğiniz gibi tekrar tekrar okuduğum yazarlar var. Tüm isimleri sayamayacağım için isim vermek konusunda biraz çekimserim ancak yine de bazı isimleri anmadan gçemeyeceğim. Kısa yazacağım paniğinden kurtulmamı sağlayan, düş gücünden etkilendiğim Dinçer Sezgin’i, sorunları uygarlık düzeyinde ele alışıyla öyküde ufkumu açan Nursel Duruel’i, toplumsal ve siyasal olaylara duyarlılığıyla, zengin anlatımıyla Firuzan’ı, fantastik ögeleriyle Nazlı Eray’ı, ve Sait Faik’i, Hasan Ali Toptaş’ı...  diyerek bu liste böyle sürer gider.
Duru, akıcı tertemiz bir Türkçe ile karşılaşıyoruz. Bazı öykülerinizde imgeler çok fazla ve farklı okumalara çok açık. Ayrıca okura şiirsel bir tat veriyor. Bu çok zor bir iş. Şiirle ilişkiniz ne boyutta?
Öykülerden şiirsel bir tat alabildiyseniz ne mutlu bana. Şiirle olan ilişkim okur düzeyinde. Hep az sözle çok şey anlatmaya çalışıyor olmama karşın, daha yoğun anlatım olanaklarına sahip şiire karşı nedense hep temkinli durdum. Ondan biraz çekindim ama hep sevdim.
Gelelim öykülerinizin içeriğine. Kitabınızın arka kapağında ‘KÖZ, hayallerden günün gerçekliğine, gerçeklerden bilinmeze giden düşündürücü bir yolculuk’ diye bir tanımlama var. Gerçekten insan okudukça zihninde açılan sorularla düşünmeye başlıyor. Örneğin sizce ‘Hayat tehlikeli bir oyun mu?  Düş mü? Kumar mı?’.
Hayat düş ya da kumar değil. Tehlikeli bir oyun hiç değil. Ancak  para, güç ve iktidar sahibi olmak isteyen bir grup insanın, binlerce insan için hayatı yaşanılmaz kıldığı acı bir gerçek. 
 Bir başka soru Yazmak için istemek yeter mi?
İstemek yeterli olmuyor elbette. Hangi türde, ne yazarsanız yazın, yetkin örnekler verebilmek için çok çalışmak ve farklı türlere ait yazılar, eserler okumak gerektiğine inanıyorum.
Öyküleriniz beni çok düşündürdü onlardan yola çıkarak bir soru daha sorayım ve diğer soruları okurlara bırakayım. ‘Fırsat’ ve ‘yararlanmak’ kelimelerine karşı koyabiliyor muyuz? Tüketim konusunda kendimizi denetleyebiliyor muyuz?
Bu sorulara gönül rahatlığıyla ‘evet’ diyebilmeyi çok isterdim. Bireyler ve ihtiyaçları arasındaki ilişki sistem tarafından sürekli manipüle edilmekte. Kapitalist sistem, yeni ihtiyaçlar yaratmada ve satın alma arzusunu canlı tutmakta çok yetenekli. Hemen her gün yapay ihtiyaçlar üretilerek halka dayatılmakta. Henüz üretime girmemiş pek çok ihtiyacımızın piyasa çıkmak için uygun koşulları beklediğini söylersem sanırım daha iyi anlatabilirim. Örneğin, bundan otuz yıl önce hiç birimiz yolda giderken telefonla konuşma ihtiyacı duymuyorduk ama bugün telefonsuz sokağa çıkmıyoruz.
Tüketim kavramının pek çok parametresi var elbette ama bir de çok önemli olan sosyal etkisinden söz etmek isterim. Çoğu zaman, satın aldıklarınızla belli yaşam düzeyini yakalarsınız ya da istediğiniz kişiliğe bürünürsünüz. Öyle olunca da eğer bilinçli bir tüketici değilseniz size sunulanlar iyi bir fırsat olabilir ve yararlanmanız kaçınılmaz olabilir. Günümüzde, kendini gerçek anlamda denetleyebilen, bu kuşatılmadan etkilenmeyen var mıdır? Sanmıyorum. Birinden kaçsanız mutlaka diğerine yakalanıyorsunuzdur diye düşünüyorum.
Sihirli sözcük ‘Aşk ‘sizce anlatılabilir mi? Aşıkken günahlar sevaba, sevaplar günaha dönüşebilir mi? Günah ve sevap kavramlarıyla yaşayanlar için Aşk sadece bir rastlantısal düş mü?
Evet bence günahlar sevaba, sevaplar günaha dönüşebilir. Çünkü artık doğru ile yanlış yer değiştirmiştir hatta doğru ya da yanlış kalmamıştır. Zaten o karmaşa başlamışsa, yani ayaklar yerden kesilmişse aşk var denebilir.
Günah ve sevap kavramlarıyla yaşayanlar için de aşk kavramının olduğunu düşünüyorum. Bu,  bireye yönelik bir aşk da olabilir, “tek” olana yönelik bir aşk da olabilir.
Marx   ‘Kapital’ adlı yapıtında, ‘İnsanın ereği, gelecekte, maddi ihtiyaçlardan kurtulmuş olarak, yaratıcı gücünün sonsuzca gelişmesi olacaktır.’ demişti.
Sizin  öyküleriniz de  okura,  bireylerin bu günkü yabancılaşmasında etkili olan  hızlı değişim, teknolojik gelişme , medyanın gücü, şiddet ve yaygınlaşan tüketim kültürüyle, geleneksel feodal kültürün çatışmalarını yeniden düşünme ve yüreğinde hissetme olanağı sağlıyor. Sizce yabancılaşma insanlığın en önemli sorunu mu? Bir gün aşılacak mı?
Yabancılaşma, sosyal, toplumsal, politik, ekonomik, psikolojik, sosyolojk boyutları nedeniyle çağımızın en büyük sorunu denebilir. Bu kadar geniş etki alanına sahip olması “insan olma” ya dair pek çok şeyi olumsuz etkilemekte. Otorite ve totaliter rejimlere kolay uyum sağlama, insanın ürettiği şeye karşı ilgisizliği, robotlaşması, insani olan her şeyden uzaklaşma ve hayvani ihtiyaçlara ( yemek, seks, uyumak v.s) giderek daha çok yönelme, insanı insan yapan değerlerden uzaklaşma ve yok oluşa doğru gitme gibi etkileri ilk ağızda sayılabilir. İçinde bulunduğumuz ekonomik, sosyal, toplumsal yapının sonucu olduğu için sorunu aşmak bu koşullarda olanaksız diye düşünüyorum.
Öykülerinizde her gün yakındığımız politik duyarsızlığımızı, bireysel ve toplumsal güçsüzlük hissimizi, umutsuzluğumuzu, yalnızlığımızı, ortak toplumsal değerlerimizin kapitalist sistemin değerlerine dönüşmesini, bastırılmış duygularımızı anlatıyorsunuz. Bazen gözlerim sulanıp nefesim daralarak, bazen de gülümseyerek okuyorum. Ne yazık en ciddi sorunlarımızdan biri olan doğadan ve doğallığımızdan koparak yabancılaşmamızın bu kadar güzel öykülendirildiği edebi eserlere çok sık rastlayamıyoruz. Bu başarınızda edebi yeteneğinizin, gözlem gücünüzün, hassas yüreğinizin  yanında sosyal ve idari ilimler eğitimi almanızın payı var mı?  Öykü yazmaya çabalayan gençlere neler önerirsiniz?
Belki Sosyal ve İdari Bilimler okumanın payı vardır ama bazı konulardaki gelişimin okullardan bağımsız olduğunu düşünüyorum. Özellikle kişinin kendine yaptığı yatırımı çok önemsiyorum. Firuzan bu konuda büyük bir örnektir.
Öykü konusunda öneride bulunmayı kendim için erken bulsam da genel doğrular olması bakımından bir iki şey söyleyebilirim. Sadece edebiyatla sınırlı kalmamalarını, hemen her konuda araştırma yapmalarını, okumalarını, mümkünse öykü ağırlıklı bir edebiyat dergisini takip etmelerini, farklı biçem arayışları içinde olmalarını önerebilirim.  
KÖZ’de hiç farkında olmadığımız, otomatiğe bağlanmış, yabancılaşmış toplumsal kimliğimizi karşımıza çıkarıyorsunuz. Ağu adlı öyküde bu halimizi ‘Çark, her gün yeni birini içine çekiyor, öğütülmüşlere yenisini ekliyordu.’ diyerek özetliyorsunuz. Öğütülmeden, kendimiz olarak yaşamak için önerileriniz var mı?
Çarkın neyi temsil ettiğini bilmek ve o bilinçle yaşamak, tam çözüm olmasa da bir yol olabilir (mi?).
Sizce edebiyat ortamında bir iktidar çatışması var mı? Edebiyat yarışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Öykülerinizde anlattığınız yabancılaşma edebiyat ortamını ve okuru nasıl etkiliyor?
Ne yazık ki yaşamın her alanında olduğu gibi edebiyatta da karar mercii olmaya çalışanlar hep olacak. İlk on, ilk elli, ya da yüz yazar gibisinden listeler de sürüp gidecek.
Yarışmaların tartışmasız sonuçlar içerdiğini düşünmüyorum. Bir jürinin verdiği karara hiç katılmayabilirsiniz. Kimi zaman, sonuçları itibariyle çok gürültü koparan yarışmalar olsa da edebiyat dünyamızdaki yerleşmiş, saygınlık kazanmış yarışmaların devam etmesinin, emekleri daha görünür kılmak, toplumun dikkatini edebiyata çekmek adına olumlu bulduğumu söyleyebilirim.
Sevgili okurlar Nalan Yılmaz’ın  son öyküsü olan ‘Kirli Bir Efsane’de  kahramanlardan birisi, diğerine ‘Yeni dünyaya hoş geldin .Ölen ya da öldürülen olmak! Seçim senin.’ diyor ve öyküde, kitap da  bitiyor.  KÖZ çoktandır özlediğimiz hakça bölüşme, dayanışma, yaşama tutunma, sevgi, aşk, barış, doğallık, güven, cesaret, yaratıcılık, dostluk, dürüstlük gibi erdemlerin değerini bir kez daha anımsatıyor. Ben de ‘KÖZ’ü okuyup dünyamızın düzenini, yabancılaşmamızı, yönetim sistemlerini sorgulamak ya da sorgulamamak! Sizin seçiminiz.’ diyorum.
Sevgili Nalan Yılmaz’a  çok teşekkür ediyorum.

            Ben de böylesine kapsamlı bir söyleşiyle, Kurşun Kalem Edebiyat Dergisi okurlarıyla beni buluşturduğunuz için çok teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder